Özel hukuk alanındaki temel prensip sözleşme özgürlüğü prensibidir. Yani, kişiler (gerçek veya tüzel kişiler) sözleşme yapma konusunda özgürdürler. Elbette bunun bazı sınırları vardır. Örneğin, taraflardan birinin kişilik haklarına saldırı oluşturacak bir sözleşme veya emredici hukuk kuralları ile yasaklanan işlem ve eylemlere ilişkin bir sözleşme elbette geçerli olamayacak, bu sözleşmeye dayanılarak bir menfaat elde edilmesi çabası hukuk tarafından korunmayacaktır.
Sözleşme özgürlüğü prensibi, beraberinde bazı prensipleri de zorunlu kılmaktadır. Sözleşme özgürlüğünden bahsedebilmek için, sözleşmeyi kuran tarafların iradelerinin de özgür/serbest olması gerekir. İradenin serbest olması, tarafların öncelikle kurdukları sözleşmenin sonuçları hakkında bilgi sahibi olmalarını gerektirir (aydınlanmış irade). Herhangi bir kısıtlılık halinin veya hata / hile /gabin diye sıraladığımız durumların varlığı halinde sözleşmenin geçerliliği iddiası ile bir menfaat sağlanmasına hukuk yine izin vermeyecektir.
Sözleşme özgürlüğünün devamında bir başka hukuk prensibi daha devreye girmektedir. Tarafların kurmuş oldukları sözleşme ile bağlı olmaları “sözleşmeyle bağlılık (ahde vefa ilkesinin özel hukuka yansımış hali)” olarak adlandırılır. Bu prensip ise temelinde “tarafların iyiniyetli olmaları” nı, “dürüstlük çerçevesinde hareket etmelerini”, “çelişkili davranış yasağı” na uymalarını gerekli kılar.
Bu ilkeler ışığında özetleyecek olursak:
1. Taraflar, aydınlanmış ve özgür iradeleri ile, kamu düzenine aykırı olmayan, emredici hukuk kuralları ile yasaklanmamış konularda sözleşmeler kurmak konusunda özgürdürler.
2. Taraflar serbest iradeleri ile kurdukları sözleşmeler ile bağlıdırlar.
3. Taraflar, dürüstlük kuralı ( iyiniyet ve çelişkili davranış yasağını da kapsar) çerçevesinde, bu sözleşmelerin yerine getirilmesini isteyebilirler.
Özel hukuk alanında getirilen kurallar bu temel ilkelerin etrafındaki ayrıntılı düzenlemelerdir. Bunun yanı sıra, sözleşme özgürlüğü ilkesinin uygulanabilmesi için, modern hayatta oluşan güçler karşısında, toplumu oluşturan bireylerin serbest iradelerini sağlamak için, yasa koyucu tarafından bazı tedbirlerin de alınması gerekliliği doğmaktadır. Bunlara örnek vermek gerekirse, iş hukukunda işçi lehine getirilen kurallar, tüketici hukukunda tüketicinin korunmasına yönelik kurallar, borçlar hukuku alanında genel işlem şartlarına yönelik kurallar, kiracının korunmasına yönelik getirilen kurallar, ticaret hukuku alanında haksız rekabet sınırlamaları ilk akla gelenler olacaktır.
Bu uzun girizgahtan sonra, hukukumuza 2012 yılında yayınlanan kanunumuz ile giren ve 2013’den bu yana yürürlükte olan “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk” kurumunun temel ilkelerine bir göz atalım:
Arabuluculuk, hukuki ilişkinin taraflarının, serbest iradeleri ile, yaşadıkları uyuşmazlık konusunu müzakere etmelerini ve kendi yaratacakları bir çözüme ulaşmalarını hedeflemektedir.
Arabuluculuk süreci sonunda ortaya çıkan anlaşma da bir “sözleşme”dir. Sözleşme hukukunun temel prensipleri bu sözleşme için de geçerlidir. Bu geçerliliği sağlamak için arabuluculukta uyulması gereken prensipler de düzenlenmiştir. Bunları “arabulucunun tarafsız ve bağımsız olması, tarafların gönüllü olması, sürecin kontrolünün taraflarda olması, tarafların aydınlatılması, tarafların süreçte eşit olmalarının sağlanması ( güç dengesinin sağlanması ve korunması ),süreçteki görüşmelerin gizliliği, bilgi ve belgelerin yargılamada kullanılamaması” olarak sıralayabiliriz. Arabuluculuk sürecinde, arabulucuya bu nedenle yüklenen görevler bulunmaktadır. Arabulucu, bu görevleri “özenle” yerine getirmekle yükümlüdür.
Arabuluculuk sürecinde tarafların anlaşmaları halinde, anlaşma sağlanan hususlarda dava açılamayacaktır. Ancak, anlaşmanın, yukarıda açıklanan temel prensiplere uygun olarak ortaya çıkıp çıkmadığı, her zaman yargının denetimine tabidir. Bu ne demektir? Eğer taraflardan biri, anlaşma sağlanırken iradesinin özgür olmadığını, kendisine diğer tarafla eşit koşulların sağlanmadığını, süreçle ve anlaşmayla ilgili aydınlatılmadığını v.s. ileri sürerek bir dava yoluna başvurur ve arabuluculuk sürecindeki anlaşmanın iptalini isterse, yargı, yukarıda açıklanan prensipler ışığında somut olayı, arabuluculuk sürecini ve bu anlaşmayı inceleyecektir.
Nitekim, bazı yargı kararlarında bu incelemelerin sonuçlarını görmek mümkün olabilmektedir. Bu konudaki yargı kararları incelendiğinde, yargının, üzerinde hassasiyetle durduğu konuların, taraf iradelerinin serbestliğinin etkilenip etkilenmediği yönünde olduğu görülmektedir. Yargı kararlarında açık olarak ifade edilmemiş olsa dahi, varılmaya çalışılan hedef, temel prensip, iradenin serbest olmasının sağlanmasıdır.
Uygulamada, arabuluculuğun en yoğun kullanıldığı alan iş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklardır. Önümüzdeki dönemlerde, kira uyuşmazlıkları açısından da yargının inceleyeceği anlaşmaların olması ihtimal dahilinde görünmektedir. Kira uyuşmazlıkları konusunda arabuluculuk anlaşmaları söz konusu olduğunda, iyiniyet ve dürüstlük kuralı ile çelişkili davranış yasağına aykırı davranmama prensiplerinin de yargı denetiminde önemli ölçütler haline geleceği, daha sık karşılaşma ihtimalimizin olduğu kanaatindeyiz.
Arabuluculuk sürecinde, serbest iradenin sağlanması, olmazsa olmaz koşuldur. Arabuluculuk süreçlerinin en üst düzeyde özen ile, tarafların serbest iradelerinin sağlanması ve bunun tutanak ve anlaşmalarda görünür kılınması suretiyle işletilmesi gerekmektedir. Çok sayıda işten çıkarmalarda günlük makul sayının üzerinde arabuluculuk anlaşmalarının yapılması, arabulucunun tarafsızlıktan uzaklaştığının göstergesi olarak kabul edilebilecek hususlar, anlaşmaların işverenin işyerinde yapılması, işçinin iş akdi feshedilmesine rağmen aynı işyerinde makul kabul edilebilecek bir süre geçmeden yeniden girişinin yapılması, işçinin hak kazandığı alacaklar ile anlaşma sağlanan alacaklar arasında makul sayılabilecek ölçüden büyük fark olması v.s. gibi, serbest irade açısından şüphe uyandıracak somut bulgular taşıyan arabuluculuk süreçleri ve anlaşmaları her zaman hukuki bir risk taşımaktadır ve taşıyacaktır. Kanun hükümlerinin sadece lafzıyla değil, ruhuyla (hangi ihtiyaca cevap verdiğinin, amacın ve gerekçenin ne olduğunun irdelenmesi ile) yorumlanması gerekliliği unutulmamalıdır.
Uygulamada gerekli özenin gösterilmemesi suretiyle ortaya çıkan anlaşma alışkanlığı sürdürülebilir değildir. Yargı, ülkemizin gerçeklerini elbette bilmektedir ve bu gerçekler ışığında tespitleri ile, gecikebilmekle birlikte eninde sonunda kötüye kullanımlar yargı kararları ile son bulacaktır.
Temel arabuluculuk eğitmeni olarak 2017 yılından bu yana bir çok eğitimde eğitmen olarak görev yapmam, arabuluculuk kurumunun ilk uygulayıcıları arasında yer almam ve arabuluculuk kurumuna ilk gününden bu yana katkı sunmaya çalışmam nedeniyle, avukat ve arabulucu meslektaşlarımdan uygulamaya yönelik çok fazla soru almaktayım. Tüm meslektaşlarıma verdiğim tavsiye, hukukun temel prensiplerinden ayrılmamak, kanun koyucunun getirdiği sınırlamalar konusunda özenli davranmaktır.
H. Mehveş EKŞİLER ÖZER